Page 218 - Mart 2019
P. 218
Regain
Haber
your
gelmesi konusundaki yaklaşımlara ilişkin bu konuda Türkiye geneli için fazla söze gerek yok. Geçelim. mobility
Siz bir ilaç firmasının devlete verdiği ilaçlarla ilgili 60 gün (değilim ama hadi abartmış olmayalım diye azami
90 diyelim) vadeyi geçen süreçte alacaklarını tahsil edemediklerini duydunuz veya şahit oldunuz mu? Ben şahsen
bilmiyorum. Bilen varsa anlatsın. 2003’lerden bundan üç dört yıl öncesine kadar camianın faturaları devlet hastaneleri
tarafından azami 90 günde ödenirken, ne oldu ve nasıl oldu da bugün 8-9 aylara çıktı? Ekonomik durumlar filan değil
beyler, kendinize gelin. İlaç, yakıt, personel, SGK, vergi, yiyecek, temizlik ve hattâ, yeni yapılan veya yapılacak inşaat
yatırımları ile ilgili finans gerekleri vs. tamamının işlemleri bittikten sonra, sıra size gelirse… İşte nedeni bu. Tamamen
içinde bulunduğunuz camianın resmi kurumlar karşısındaki pozisyonuyla alâkalı anlayacağınız. Bilmem camianın
pozisyonunu tarif edebildim mi?
Dayanak baston dosdoğru da, yoldaki çukurlar, tümsekler, virajlar hiç bitmek tükenmek bilmez mi? Ama biz
dimdik, kösteklenmeden, sendelesek de yeniden şaşmadan bu yolu çizgisinde takip ederek yürümeye azimliyiz.
Takip derken aklıma geldi işte, hani şu ürünlerin kayıtları, takipleri hususları var ya, işte onun başlangıcı ve nihai
durumu. Her alanda olduğu gibi tıbbi malzeme camiasındaki firmalar, yıllarca zorunlu tutuldukları başı sonu ve amacı
kestirilemeyen kayıt sistemi ve de resmi kurumların istediği zaman istediği şekilde içeriğinde tasarruf edebilmesine
imkân tanıyan, ancak hizmet ve malzeme verecek ticaret erbabının ise sürekli her aşamada yasalarla mahkum edilmiş
suçlular gibi muameleye tâbi tutulmalarını sağlayan 4734 sayılı KİK ve onun oluşumları da ayrıca ele alınması
gereken önde gelen hususlardan biridir. Camianın kendisi, tıpkı eczacılar gibi kendini sektör haline dönüştürebilme
becerisine sahip olabilseydi, bugün gelinen noktada, camia bu durumların içine düşer miydi? Cevabı bilen biliyor…
Bilenler, bilmeyenlere anlatsın. Benim burada daha başka alanda söyleyeceklerim var çünkü… Nasıl olsa kapı arkası
muhabbetler gırla. Herkes öğrenir, kimse meraklanmasın. Ya da zaten biliniyor mu deseydik acaba? Da, bu saatten
sonra öte yanda çıkışı olmayan tünele girmeye ramak kaldı. Demedi demeyin. En azından bu kadarını söylemeden
geçmeyeyim.
Biliyor musunuz, bir çukur daha var önümüzdeki yolda. Aman ha, bu çukur öyle sıcak evlerinizde çayınızı
yudumlarken izlediğiniz bir dizi filan değil, sakın yanılmayın. Sanal ama sanal olduğu kadar da gerçek bir çukur.
Camiamızdaki üreticilerin içine düşmeye durduğu çukur. Yıllarca bu alanda üretici olarak elbette öncelikle bir gelir elde
etme gayretinde ve amacında olarak yola çıkıp bu süreçte çoğu neredeyse finans piyasalarının elinde oyuncak olarak
batma durumunda çabalamakta veya batmış durumdadırlar. Şimdi şöyle bir düşünüyorum da, bundan 17-18 yıl önce
tıbbi malzeme piyasasında üretim yapan kaç firma vardı, ülkenin ihtiyacının ne kadarı ithalatla karşılanıyordu diye.
Tıbbi malzeme üretimi hususuna özlemle bakılıyordu bu alanda. O günden bugüne ben pek çok girişimci arkadaşın
elini taşın altına değil, dağların altına sokarak bu işe soyunduklarını biliyorum. Girişimci pozitif yaratıcılıklarıyla çok
güzel işler başaran, ihracat yapacak seviyelere gelerek ülkemize hem döviz kazandıran, hem iş imkânları yaratan,
hem de katma değer üreten firmalar yurdumun pek çok yerinde bahar çiçekleri gibi açtılar. Ancak, bu süreç şimdi
giderek geri gidiyor, susuz kalmış çiçekler gibi giderek boyun büküyor, soluyor ve yitip gitme durumu ile karşı karşıya
vaziyetteler. Bunun kesinlikle görülmesi gerek.
Asıl değinmek istediğimse çok daha başka. Bu geri gitme durumu kimin işine yarıyor? Yerli üreticilerimizin
piyasadan çekilme zorunda kalması ile bizim ülke olarak tıbbi malzeme ihtiyacımız kim veya kimlere bağımlı hale
gelecek? Bu durumdan kimler nemalanacak veya kimlerin çıkarına olacak? Bu soruların cevaplarının içinde en vahim
olanı elbette dışa bağımlı hale gelmemiz. Hadi burayı aşalım. Diyelim ki güçlü oluşumlarla bu sorunun üstesinden
gelinebilir. Peki o zaman; kim olacak bu güçlü oluşumlar? Bunların arkasında sermaye yapısı olarak kimler duracak?
Buradan elde edilenlerin akarı (!) nereye akacak? Yerli üretici kapıya kilit vurduğunda, piyasada satılan ithal ürünlere
devlet kurumlarının ödemek zorunda kalacağı iki ve hatta o zaman üç katı olabilecek fiyat farkları devlet eliyle kimin
cebinden nereye çıkacak? Son olarak da; bunca yıldır sermaye ve emeklerini ülke topraklarında üretime yatırmış olan
bu KOBİ’ler ve bunların yatırımları ne olacak, daha doğrusu ne uğruna heba olacak? Bırakın devlete bir kuruş yük
olmayı, on yıllardır, büyük oranda devletin faizsiz kredi kaynağı olmuş ve de olan yatırımcılarımızın hak ettiği bu
mudur? Sadece KDV konusu bile faizsiz finans kaynağının % 18’lik kısmı. Yanlış diyen bu yana gelsin.
Her zaman olduğu gibi önce iğneyi kendimize batırmaya devam edeceğiz. Çuvaldızın kime batacağı ise yürünülen
yolda sakınılmayan sözde olacaktır. “Yiğidin sözü, demirin kertiği” demiş atalarımız. Hâşâ, çabamız hiç kimseye
yiğitlik etmek değil elbette, hep birlikte üzerinde yürüdüğümüz yolun dikensiz güllerle dolmasıdır. Ülkemiz ve
milletimiz adına. Benim bugün kazandığım yerde milletim kaybederse, yarın milletimle beraber ben de kaybederim
şiarı olmalıdır, mutlak ve tek gerçek olan. Güzel ülkemiz ve yine güzellikleri hak eden büyük milletimiz için ayağa
takılabilecek bir çakıl taşını yoldan kaldırabilirsek o bize yeter, gayrısı boş sözdür. Üstü örtülerek sorunlar ve kirler
ortadan kalkmaz, iyi biline. Onun içindir ki geri durmadığımız ve durmayacağımız amelimiz, söylenemeyenleri hak
için söylemek olacaktır.
Engelsiz ve tertemiz yollarda daima başımız dik, alnımız açık yürümek sevdasıyla, sevgi ve saygılarımı sunarım.
216 Mart 2019