Page 216 - Mart 2019
P. 216

Haber



                        Misafir  Kalem









                                                              Nurettin Sisman
                                                                                . .











                                    Söylenemeyenleri Söylemek..!



            Söz söylemek bir sanattır derler. Derler de, atalarımızın “söz” üzerine öyle özlü söylemleri vardır ki, her biri sözün
          söylenip söylenmemesi noktasında düğümlenir.. O nedenle söz söylemenin önemi bir kat daha artar, bunları düşündükçe..
          Bir yanda “Söz gümüşse, sükût altındır” derken, öte yanda “Suyun sessizinden, insanın sözsüzünden korkmalı” ifadeleri ne
          kadar çelişkili gibi durmaktadır. Ancak, elbette her iki atasözünün de yeri, gereği ve anlamları farklı sebep sonuç ilişkilerinden
          kaynaklanır.  İbn-i  Kayyim’in  el-Cevabu’l-vafi  adlı  eserinde  “Batıl  şeyleri  söyleyerek  insanlara  nasihat  eden,  konuşan
          şeytandır. Hakkı söylemekten sakınan ise, dilsiz şeytandır”  ifadesi bu yönden çok anlamlıdır. Buradan yola çıkarak, bam
          teline dokunulduğunda ise, elbette söylenen sözlerin karşısına çıkılıp itirazlar etmek, zeytinyağı gibi üste çıkmaya çabalamak
          ve hattâ cebire dahî tevessül etmek, sözün esas muhataplarının en mahir oldukları hususlar olabilecektir. Bundan şüphemiz
          elbette yoktur. Ancak, ne dedik? Esas olan hakkı Hak için söylemektir.
            Söz,  gerektiği  yerde,  gerektiği  manâda  ve  üslûpta  niye  söylenmez,  kişi  neden  söylenesi  gereken  yerde  söylenmesi
          gereken  sözü  sakınır?  Esasında  sözün  ağızdan  çıkıp  çıkmamasının  temelinde  de  bu  yatar.  Şüphesiz  bunu  ‘gevezelik’
          anlamında söylemiyoruz. Hakkın ifadesidir kastımız. Bundan yaklaşık 13-14 sene evveldi, orada olanlar iyi hatırlayacaktır
          diye düşünüyorum, henüz yeni oluşum halindeki tıbbi malzeme camiamızın derneğinin Topkapı Eresin Oteli’ndeki genel
          kurulunda, bugün pek çok kişinin ismini bile bilemeyeceği ve fakat camiamızın duayenlerinden olan Serdar Eralp abimizin
          kürsüye çıkıp söylediği sözler bugün hâlâ kulağımda çın çın çınlar; “Beyler, dışarıda iki kişi bir araya geldiğinizde kapı
          arkalarında birbirinize sıkıntılarınızı, ne yaşadıklarınızı, ahlarınızı, vahlarınızı anlatıp kahvehane sohbetleri ediyorsunuz da
          neden bu salona, bu çatı altına geldiğinizde hiç kimsenin sesi çıkmıyor? Dışarıda konuşurken hepiniz alacaklarınızı tahsil
          edememekten yanıp bitiyorsunuz, ama bizler bu çatı altında kimin nereden ne alacağı var, bir araya gelerek bunlara çözüm
          arayalım denildiğinde, her ne hikmetse kimsenin bir alacak sorunu kalmıyor, kimseden ses çıkmıyor?”  Ne kadar haklı olup
          olmadığını tartışmayacağım. Sadece o günlerden bugünlere geliyorum, bakıyorum, dinliyorum, düşünüyorum… Hâlâ çıt
          yok… Duyan ya da sesi çıkan var mı? Elbette var, kapı arkalarında konuşulanların sesi var ve yalnızca onları duyacaksınız
          yine… Dün olduğu gibi, bugün de.. Devam, devam…
            Madem yola çıktık, alalım Yunus Emre bastonunu, devam edelim bu söz yolculuğuna… Hasbıhâlimiz bakalım nereye
          götürür bizi? Biz ‘hele bir’ diyelim de… Teşbihte hata olmaz, başta da dedik ya “tarlada sözü olmayanın, harmanda yüzü
          olmaz” anlamıyla. Sözün doğrusu, elbet bulur dokunacak zülfü yâri.
            Farkındaysanız bir “camia” sözü edip dururum. Neden mi ‘camia’? Bunca yıldır, tıbbi malzeme satışı işi yapan bu “camia”,
          esasında şahsen lâyık olup olmadığına dahî şüphe ile baktığım, “sektör” olabilme yönünde onlarca yıldır bir arpa boyu yol
          gidemediği için olmasın sakın. Camiada yer alan hemen herkesin, tamamen ürkek, bencil ve korkak yaklaşımlarla, aynı
          kazana kepçe çaldıkları halde camiaları için, camialarının geleceği için değil, salt kendilerinin ve sahip oldukları firmalarının
          gelecekleri için, her biri ayrı kulvarlar ve yöntemlerle ve de sürekli “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” yaklaşımı ve günü
          kurtarma anlayışıyla dünlerden bugünlere gelindiği için olmasın sakın. Lâkin bilmezler ki, görmezler ki, esasında hepsinin
          etrafı sarılmış ve mengeneye girmişçesine ezilme yolundalar. Siz hiç ‘ilaç camiası’ ifadesi duydunuz mu, ya da ilaç firmaları
          veya eczanelerle ilgili böyle bir “yalnız kovboy”culuk oynayabileni duydunuz, gördünüz mü? İşte onun içindir ki resmi
          kayıtlar da dahil bir “ilaç sektörü” ve de “Eczacılar Birliği” mevcuttur. Hem de başında herkesin kullanmaya haddi olmadığı
          “Türk” ifadesini, yaptıkları çalışma ve çabalarla hak etmiş olarak gururla kullanmaktalar. Gıpta etmemek mümkün değil.
          Nokta.
            Konu buradan açılmışken, camianın içinden oluşan STK’ların bu yöndeki müthiş çabalarını(!) ve onlara verilen destekleri(!)
          alkışlasam mı, bilemedim. Sene 2004, camianın  Marmara bölgesini kapsayan STK’sının üye sayısı 182; sene 2019, sadece
          İstanbul’da İTO’ya kayıtlı faal tıbbi malzeme firması 3000 civarında iken, STK üye sayısı ise 156. Sanırım camianın bir araya





          214   Mart 2019
   211   212   213   214   215   216   217   218   219   220   221